24 Mayıs 2010 Pazartesi

Telafisi Güç veya İmkansız Zararlara Karşı Yürütmenin Durdurulması Kararı

Mimarlar Odası Basın Açıklaması

Yargı Emek Sinemasının yıkımını öngören projeye dur dedi.

Emek Sinemasının yıkımını öngören projeyi onaylayan kurul kararına açmış olduğumuz davada İstanbul 9. İdare Mahkemesi 12.05.2010 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Sinema kenti Beyoğlu’nda bir bir yok edilen sinemalar arasına katılmak istenen Emek Sineması Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Yenileme Kurulu’nun 17.09.2009 gün ve 954 sayılı ve 09.10.2009 gün ve 973 sayılı kararı ve eki avan projelerin iptali ve öncelikle yürütmenin durdurulası istemli açtığımız davada T.C. İstanbul 9. İdare Mahkemesi, 2010/448 ESAS no.lu kararında “ Dava konusu işlem, uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğurabileceğinden, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar 2577 Sayılı Yasanın 27.maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütmenin durdurulmasına, 12/05/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” demektedir.

Kamuoyuna duyurulur.

Saygılarımızla,

Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi

Soylulaştırma Çök! 30 Mayıs Pazar | 13:00 | Yeni Rüya Sineması önü




















Emek Sineması’nın yıkılmasına karşı zartladık. Beyoğlu Belediyesi’nin Melek Sineması anısına çaktığı plaketin üzerine, “Emek Sineması Hâlâ Burada, Yıktırmıyoruz” yazdık. Yeşilçam sokağını tenha bırakmamak için, perdeyle kapatıp filmler gösterdik. İmzalar toplandı, yürüyüşler yapıldı, sloganlar atıldı. Hayır’ımızı yükseltmeye çalışırken, olan bitenin Emek Sineması’yla sınırlı olmadığını, İstanbul’un her köşesine farklı hukuksal, ekonomik mekânizmalarla yayılan kentsel dönüşümden Beyoğlu’nun da payını aldığını biliyorduk. Ya da Emek Sineması’nın ticari gösterim düzenine terk edildiğinde yaşayamayacağını, yaşayamadığını da biliyorduk. Ama kent hayatımız gibi kültürel ve sanatsal hayatımızın da kâr ederek sürekli büyümenin gereklerine teslim etmek istemiyoruz. Ama Hayır demek yetmiyor... Kamuoyu yaratmak tek başına değişimi getirmiyor. Gündem hızlı değişiyor, yazı da unutuluyor, hatta tabelamız söz konusu olduğunda yerinden sökülüyor. Ama kapitalist süreçler devam ediyor.

Kamusal yararın kapitalizmin etkili bir şekilde işlemesinin sonucu olarak kabul edildiği günümüzde, kapitalizmin şiddeti ve yıkıcılığı karşısında yer alacak kurumsal, örgütsel, sosyal yapılar ve ağlar böylesine yıpranmışken, günümüzün muhalif hareketleri, Hayır demenin ötesine geçmek zorunda. Kapitalizmin yıkılıcak bir duvar değil, içinden çıkılacak bir kapan değil, alternatifleri içinden çıkarmak zorunda olduğumuz insanlığın başına musallat ettiği bir bela olarak görmeyi öneriyoruz. Ve kentsel dönüşüme, mutenalaştırmaya, soylulaştırmaya, kamusal hayatımızı tek tipleştiren mekânsal dönüşümlere karşı, kaybettiğimiz mahalleler, sinemalar, çaycılar, evler için biz çöküyoruz. Yeni bir kentsel alışkanlık öneriyoruz. Herkesi bir tabure edinmeye çağırıyoruz.

Durduramadığımız yıkıcı güçler karşısında biz duruyoruz. İstediğimiz yerde, istediğimiz zamanda, istediğimiz insanlarla. İstediğimiz yere, sevdiğimiz yere, kaybetmek istemediğimiz yere, kaybettiğimiz yerlerin anısına taburemizi çekip oturuyoruz. Mutenalaştırmadan, soylulaştırmadan çöküyoruz. Yeşilçam Sokağı’nda, İstiklal Caddesi’nde, Tarlabaşı’nda, Galata’da, Rumelihisarı’nda, Balat’ta, Beşiktaş’ta... Özel mülkiyet rejiminin verdiği hakların insafına teslim edilmiş hayatları değiştirmeye başlamak için çok basit bir şey öneriyoruz. Birbirimizle istediğimiz şekillerde bir araya gelebilecek gücümüzün hâlâ olduğunu göstermek için, sadece “sanat” üretmek ya da kâr etmek için hayal etmek zorunda olmadığımızı göstermek için insanların taburelerini çekip oturduğu sipariş vermek zorunda olmadığı sokaklar, meydanlar hayal ediyoruz.

Bizden çalınan kent hayatımız karşısında çöküyoruz. Kentin dört bir köşesinde çökme alanları ilan eden neo-liberal aklın karşısında biz kendimiz çöküyoruz. İstediğimiz yere, istediğimiz zaman, menüde ne var cepte ne var karşılaştırması yapmadan, güvenlikten geçmeden, belediyenin park yapmasını, bank koymasını beklemeden... Herkesi taburesini almaya, cep telefonu taşır gibi, sırt çantası, el çantası taşır gibi yanında alternatif kent mobilyasını taşımaya, en sevdiği yere çökmeye, sevdiklerini yanına çağırmaya, tanımadıklarıyle yanyana çökmeye, benliğimizi, hayallerimizi, geçmişimizi, geleceğimizi altüst eden hızlı dönüşümler karşısında durmaya, yavaşlamaya, çökmeye, muhabbet etmeye çağırıyoruz. Soylulaştırma Çök!

7 Mayıs 2010 Cuma

Yeni Rüya Bizim İstanbul Bizim!

Yeni Rüya Sineması Kapandı, Sinemaseverler Eylemde
Beyoğlu’ndaki Yeni Rüya sineması kapandı. Kentsel dönüşüm karşıtları ve sinemaseverler eylem yaptılar. “Kapattırmıyoruz, sahip çıkıyoruz” pankartı açılan eylemde “Emek bizim, İnci Pastanesi bizim, Yeni Rüya bizim yıktırmıyoruz” sloganları atıldı.
İstanbul - BİA Haber Merkezi
07 Mayıs 2010, Cuma

Beyoğlu, İstiklal Caddesi'ndeki Yeni Rüya Sineması dün gece (6 Mayıs) 21:00 seansıyla son kez Mın Dît (Ben Gördüm) filmini göstererek kapandı.

Yeni Rüya da kapandı

Emek Sineması'nın yıkımına karşı sinemaseverlerden, kentsel dönüşüm karşıtlarından ve İsyanbul Kültür Sanat Varyetesi'nden oluşan yaklaşık 200 kişilik topluluk, İstiklal Caddesi'nde yürüyen vatandaşların da katılımıyla sinemanın kapanmasına karşı eylem düzenlediler.

Topluluk sinemanın önünde "Yeni Rüya bizim İstanbul bizim", "Seyirci kalma sinemana sahip çık", "Bakın işte burayı yıkıyorlar yerine de AVM yapıyorlar", "Kentsel dönüşüm devlet yalanı", "AVM'ler kapatılsın, çocuk parkı yapılsın", "Sermaye elini Beyoğlu'ndan çek" sloganları attı.

"Bu kente sahip çıkıyoruz"

Filmden çıkan seyircilerin de destek olduğu eylemde yıkıma karşı direnen tarihi İnci Pastanesine "Kapattırmıyoruz, sahip çıkıyoruz" pankartı asıldı.

Topluluk yaptığı açıklamada Emek sineması için verdikleri mücadelenin sürdüğünü, tarihi yapının yıkılarak yerine alış veriş merkezi yapılmak istenmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi.

"Beyoğlu'nda Alkazar, Emek, ardından Yeni Rüya sinemaları kapandı. Yakında Sinepop ve diğerlerinin kaderi de sermayenin kültür ticareti nedeniyle aynı olacak. Diğer yandan kentsel dönüşüm uygulamalarıyla evlerimizden, sokaklarımızdan ediliyoruz, hayatlarımız yıkılıyor. Yapılanlara sessiz kalmıyoruz, 'İstanbul bizim yıktırmıyoruz' diyoruz. Bu kente sahip çıkıyoruz."

Tarihi Yeni Rüya Sineması, yenilenmesinin ve tekrar hizmete girmesinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra kapandı. Emek Sineması dokuz ay önce kapanmıştı. Yaklaşık üç saat süren eylem kalabalığın İnci Pastanesi'nde profiterol yemesiyle son buldu. (EZÖ/TK)




28 Nisan 2010 Çarşamba

25 Nisan 2010 Pazar

SİNEMASAL DÖNÜŞÜM PROJESİ: SEYİRLİK YIKIMLAR

Bu yazı Altyazı Aylık Sinema Dergisi'nin Mayıs 2010 sayısından alınmıştır.



Orta Avrupa’nın en büyük film festivallerinden biri Bratislava’da düzenleniyor. Ancak şehir, bu kadar kapsamlı bir sinema etkinliğini taşıyacak sinema salonlarına sahip olmadığı için filmler bir alışveriş merkezinin içindeki multiplex sinemada gösteriliyor. Dünyanın her yerinden gelen konuklar bir alışveriş merkezine tıkılıyor. Kendinizi dışarı attığınızda, otoyollarla çevrili devasa binanın gölgesinde, şehrin sadece en yüksek binalarının görünür olduğu bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Sonra tekrar içeri, film izlemeye... Arazilerini kaybetmiş Taylandlı tarım işçilerinin geçim sağlama çabalarını izliyoruz... Yeni kapitalizmin ‘hareketlilik eşittir verimlilik’ ilkesi gereğince evlerinden uzakta hiç bilmedikleri işlere atanan Şilili şirket çalışanlarının çaresizliğini... Taipei’deki bir mahallede, sermaye sahiplerine karşı evlerini yıktırmama mücadelesi veren insanları... Akşamları film izleme turu bitince, perdede gördüklerimizi değerlendiriyoruz. Hangi filmi daha çok beğendik? Başka nelerden bahsetmeli? Hangi acıyı, hangi zulmü perdeye yansıtmalı? Ertesi gün uyanıyor ve tekrar alışveriş merkezinin yolunu tutuyoruz. Perdede bambaşka yıkımlar, bambaşka mücadeleler...


Dünya çapında 70’lerden bu yana uygulanan özelleştirme politikalarının geliştirildiği Chicago Okulu’nun akıl hocası Milton Friedman’ın ‘Kapitalizm ve Özgürlük’ kitabı 2008’de Plato Film Yayınları tarafından Türkçede yayımlandı. Kitabın arka kapağında Sinan Çetin’in şu sözleri yer alıyor: “Kapitalizm, insan haklarının korunduğu tek sistemdir... Şöyle düşünün, bir zamanlar kolektivizmin kalesi olan Sovyetler Birliği’nde kapitalist olmanız mümkün değildi; ama Amerika’da komünist olabilirdiniz... Mesele insan haklarının ekonomik haklardan ayrılmaz oluşudur. Bir ülkede para serbestçe dolaşmıyorsa, hiçbir fikir serbestçe dolaşamaz.”


Bratislava’daki deneyimimi düşünüyorum. Evet, fikirler gerçekten de serbestçe dolaşıp duruyorlar! Paranın biriktiği yerleri takip ediyor, sermayenin inşa ettiği binaların, alışveriş merkezlerinin içine giriyorlar, perdeye bakan birilerine bir şeyler anlatıyorlar... Ama neoliberal dünyada sadece ve sadece fikirler serbestçe dolaşıyor. Sermaye sahipleri, insanların özgürce yaşama hakkını, kültürünü, tarihini, geçim kaynaklarını, her şeyi hiçe sayarak etrafı yıkıp geçerken, birileri tüm bunların filmini yapıyor ve biz de izliyoruz. Yok edilen yaşam alanlarının üstüne dikilen binaların içinde insan haklarıyla ilgili filmler seyrediyoruz. İmgeler, fikirler, filmler, fonlar, projeler serbestçe dolaşırken, bir yandan da tüm bunların hammaddesi olan yıkımlar gerçekleştiriliyor. Neoliberal düzen, her şeyin seyirlik hale getirilmesini, sızlayan vicdanlara şifa olacak filmlere dönüştürülmesini teşvik ederken, bir yandan da eli kameralılara malzeme sunuyor; söz konusu filmlere konu olan zulüm ve haksızlıkların altına imzasını atıyor. Bu filmlerin sponsorluğunu yapmakla kalmıyor, konusunu da imal ediyor. Tüm bu zulümlerin filmlerini çekebilirsiniz, üzerine konuşabilirsiniz, komünist olabilirsiniz, herhangi bir kimliği üzerinize geçirebilir, “fikir sahibi” olabilirsiniz ama “hak sahibi” olamazsınız. Hakkınızı aradığınızda, örneğin kamuya ait bir alanın/binanın kamu yararına kullanılması gerektiğini, ranta alet edilmemesi gerektiğini savunduğunuzda karşınıza bin türlü engel çıkar, sermaye bir şekilde yolunu bulur, yıkar geçer. Sizin sadece, bu yıkımın filmini çekme ve o filmi yorumlama özgürlüğünüz vardır. İşte serbest fikir dolaşımı budur!


Bugün Emek Sineması’nın yıkımla yüz yüze gelmesi, çok daha geniş ölçekli bir problemin küçücük bir parçası. İktidarın kültür alanında izlediği politikayla, imar ve kent planlaması politikası birbirinden ayrılamaz. Bunlar aynı neoliberal yıkım politikasının birbirinden kuvvet alan unsurlarıdır. Kültür ve tabiat varlıklarını, ekolojiyi, insanların söz haklarını, yaşam biçimlerini, geleneklerini yok sayarak Sulukule’de, Tarlabaşı’nda, Fener-Balat-Ayvansaray’da rant odaklı kentsel dönüşüm projeleri yürütenlerin parasıyla, bundan üç beş yıl sonra bu semtlerin nostaljisinden, kültürel değerlerinden nemalanan filmler yapılacak. Alışveriş merkezlerine doluşan kitleler bu filmleri izleyip kaybettikleri geçmiş için hayıflanırken, o geçmişi yok edenler gişe hasılatıyla ceplerini dolduracak. Bu ülkenin insanlarından istenen, kendi yıkımlarını ‘seyretmeye’ alışmaları. Peki kentsel dönüşüm mağdurlarıyla ve onları mağdur eden ideolojiyle ilgili, nostaljiye sığınmayan, kâr odaklı olmayan filmler çekenler? İnsanları harekete geçmeye, hakkını aramaya çağıran sinemacılar? Onlar filmlerini gösterecek sinema salonu bile bulamayacak!


Bugün Emek Sineması’nın yıkımına karşı çıkıyorsak, geçmişe el sürdürmemek için değil, geleceğimize sahip çıkmak için karşı çıkıyoruz. Emek Sineması’nın tarihi önemi, kolektif hafızamızdaki yeri, festivaller için anlamı… Tüm bunlardan çok daha önemli bir şey var: Emek Sineması, sinemanın sokakla, hayatla, toplumla bağını kesmek; sinemayı kendi içine kapanan, yaşama açılmayan, hayatta karşılığını bulamayan bir “serbest imge/fikir dolaşımı”na indirgemek isteyen neoliberal kültür politikalarına karşı verilen mücadelenin kalesi haline gelmiştir. İşte bu yüzden yıktırmayacağız, bu yüzden bir alışveriş merkezinin içine tıkılmasına izin vermeyeceğiz. Emek Sineması’nın Yeşilçam Sokağı’na açılan kapısı, sinemanın sokakla, insan hakları mücadeleleriyle bağını simgeliyor artık. Tam da bu yüzden, rantçıların gözünü diktiği, ezip geçmeyi planladığı her sokağı, her kültür varlığını, her semti, her mahalleyi temsil ediyor.


Fırat Yücel