25 Nisan 2010 Pazar

SİNEMASAL DÖNÜŞÜM PROJESİ: SEYİRLİK YIKIMLAR

Bu yazı Altyazı Aylık Sinema Dergisi'nin Mayıs 2010 sayısından alınmıştır.



Orta Avrupa’nın en büyük film festivallerinden biri Bratislava’da düzenleniyor. Ancak şehir, bu kadar kapsamlı bir sinema etkinliğini taşıyacak sinema salonlarına sahip olmadığı için filmler bir alışveriş merkezinin içindeki multiplex sinemada gösteriliyor. Dünyanın her yerinden gelen konuklar bir alışveriş merkezine tıkılıyor. Kendinizi dışarı attığınızda, otoyollarla çevrili devasa binanın gölgesinde, şehrin sadece en yüksek binalarının görünür olduğu bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Sonra tekrar içeri, film izlemeye... Arazilerini kaybetmiş Taylandlı tarım işçilerinin geçim sağlama çabalarını izliyoruz... Yeni kapitalizmin ‘hareketlilik eşittir verimlilik’ ilkesi gereğince evlerinden uzakta hiç bilmedikleri işlere atanan Şilili şirket çalışanlarının çaresizliğini... Taipei’deki bir mahallede, sermaye sahiplerine karşı evlerini yıktırmama mücadelesi veren insanları... Akşamları film izleme turu bitince, perdede gördüklerimizi değerlendiriyoruz. Hangi filmi daha çok beğendik? Başka nelerden bahsetmeli? Hangi acıyı, hangi zulmü perdeye yansıtmalı? Ertesi gün uyanıyor ve tekrar alışveriş merkezinin yolunu tutuyoruz. Perdede bambaşka yıkımlar, bambaşka mücadeleler...


Dünya çapında 70’lerden bu yana uygulanan özelleştirme politikalarının geliştirildiği Chicago Okulu’nun akıl hocası Milton Friedman’ın ‘Kapitalizm ve Özgürlük’ kitabı 2008’de Plato Film Yayınları tarafından Türkçede yayımlandı. Kitabın arka kapağında Sinan Çetin’in şu sözleri yer alıyor: “Kapitalizm, insan haklarının korunduğu tek sistemdir... Şöyle düşünün, bir zamanlar kolektivizmin kalesi olan Sovyetler Birliği’nde kapitalist olmanız mümkün değildi; ama Amerika’da komünist olabilirdiniz... Mesele insan haklarının ekonomik haklardan ayrılmaz oluşudur. Bir ülkede para serbestçe dolaşmıyorsa, hiçbir fikir serbestçe dolaşamaz.”


Bratislava’daki deneyimimi düşünüyorum. Evet, fikirler gerçekten de serbestçe dolaşıp duruyorlar! Paranın biriktiği yerleri takip ediyor, sermayenin inşa ettiği binaların, alışveriş merkezlerinin içine giriyorlar, perdeye bakan birilerine bir şeyler anlatıyorlar... Ama neoliberal dünyada sadece ve sadece fikirler serbestçe dolaşıyor. Sermaye sahipleri, insanların özgürce yaşama hakkını, kültürünü, tarihini, geçim kaynaklarını, her şeyi hiçe sayarak etrafı yıkıp geçerken, birileri tüm bunların filmini yapıyor ve biz de izliyoruz. Yok edilen yaşam alanlarının üstüne dikilen binaların içinde insan haklarıyla ilgili filmler seyrediyoruz. İmgeler, fikirler, filmler, fonlar, projeler serbestçe dolaşırken, bir yandan da tüm bunların hammaddesi olan yıkımlar gerçekleştiriliyor. Neoliberal düzen, her şeyin seyirlik hale getirilmesini, sızlayan vicdanlara şifa olacak filmlere dönüştürülmesini teşvik ederken, bir yandan da eli kameralılara malzeme sunuyor; söz konusu filmlere konu olan zulüm ve haksızlıkların altına imzasını atıyor. Bu filmlerin sponsorluğunu yapmakla kalmıyor, konusunu da imal ediyor. Tüm bu zulümlerin filmlerini çekebilirsiniz, üzerine konuşabilirsiniz, komünist olabilirsiniz, herhangi bir kimliği üzerinize geçirebilir, “fikir sahibi” olabilirsiniz ama “hak sahibi” olamazsınız. Hakkınızı aradığınızda, örneğin kamuya ait bir alanın/binanın kamu yararına kullanılması gerektiğini, ranta alet edilmemesi gerektiğini savunduğunuzda karşınıza bin türlü engel çıkar, sermaye bir şekilde yolunu bulur, yıkar geçer. Sizin sadece, bu yıkımın filmini çekme ve o filmi yorumlama özgürlüğünüz vardır. İşte serbest fikir dolaşımı budur!


Bugün Emek Sineması’nın yıkımla yüz yüze gelmesi, çok daha geniş ölçekli bir problemin küçücük bir parçası. İktidarın kültür alanında izlediği politikayla, imar ve kent planlaması politikası birbirinden ayrılamaz. Bunlar aynı neoliberal yıkım politikasının birbirinden kuvvet alan unsurlarıdır. Kültür ve tabiat varlıklarını, ekolojiyi, insanların söz haklarını, yaşam biçimlerini, geleneklerini yok sayarak Sulukule’de, Tarlabaşı’nda, Fener-Balat-Ayvansaray’da rant odaklı kentsel dönüşüm projeleri yürütenlerin parasıyla, bundan üç beş yıl sonra bu semtlerin nostaljisinden, kültürel değerlerinden nemalanan filmler yapılacak. Alışveriş merkezlerine doluşan kitleler bu filmleri izleyip kaybettikleri geçmiş için hayıflanırken, o geçmişi yok edenler gişe hasılatıyla ceplerini dolduracak. Bu ülkenin insanlarından istenen, kendi yıkımlarını ‘seyretmeye’ alışmaları. Peki kentsel dönüşüm mağdurlarıyla ve onları mağdur eden ideolojiyle ilgili, nostaljiye sığınmayan, kâr odaklı olmayan filmler çekenler? İnsanları harekete geçmeye, hakkını aramaya çağıran sinemacılar? Onlar filmlerini gösterecek sinema salonu bile bulamayacak!


Bugün Emek Sineması’nın yıkımına karşı çıkıyorsak, geçmişe el sürdürmemek için değil, geleceğimize sahip çıkmak için karşı çıkıyoruz. Emek Sineması’nın tarihi önemi, kolektif hafızamızdaki yeri, festivaller için anlamı… Tüm bunlardan çok daha önemli bir şey var: Emek Sineması, sinemanın sokakla, hayatla, toplumla bağını kesmek; sinemayı kendi içine kapanan, yaşama açılmayan, hayatta karşılığını bulamayan bir “serbest imge/fikir dolaşımı”na indirgemek isteyen neoliberal kültür politikalarına karşı verilen mücadelenin kalesi haline gelmiştir. İşte bu yüzden yıktırmayacağız, bu yüzden bir alışveriş merkezinin içine tıkılmasına izin vermeyeceğiz. Emek Sineması’nın Yeşilçam Sokağı’na açılan kapısı, sinemanın sokakla, insan hakları mücadeleleriyle bağını simgeliyor artık. Tam da bu yüzden, rantçıların gözünü diktiği, ezip geçmeyi planladığı her sokağı, her kültür varlığını, her semti, her mahalleyi temsil ediyor.


Fırat Yücel

1 yorum:

  1. "Bugün Emek Sineması’nın yıkımına karşı çıkıyorsak, geçmişe el sürdürmemek için değil, geleceğimize sahip çıkmak için karşı çıkıyoruz." daha güzel anlatamazdım.

    YanıtlaSil